12 Mart 2013 Salı

şiir ki bahanesidir yaşamanın

gibi değil de bir film izlemiş,

içmiş sanki bir şiir,

yemiş gibi yumruk,

boğaza.

şimdi size rüştü karakterinin ışıltısını mı anlatayım, güldüğünde, hayatı hafifsediği, hafiflettiğinde? bir film izlemiş gibi evet, burası, o yüzden karakter diyorum rüştü'ye, yoksa şair rüştü onur yaşamıştır, mezar taşında şair rüştü onur yazmıştır, bir de bir sayısının kapağında varlık dergisinin. ama bu kadar ışıldamış mıdır mert fırat'ın canlandırmasındaki gibi, bilmiyorum.. sokaklar da öyle ışıldamamıştır belki, elbiseler, diyaloglar.. yani bazı sahnelerde amerikan sinemasının italyan kasabalarını izliyor gibi olmadım mı? oldum.. ama aradığım o kadar da fazla gerçek değildi, biraz süsten bence zarar gelmezdi. neyse varlık dergisinin bir sayısının kapağında adı yazmıştır şairlerin, delice sevinmişlerdir eminim.. beni duygulandıran şeylerden biri de buydu bu filmle ilgili, iki şairin, iki insan, iki canın şiirleri okunsun diye çabalayıp durduktan sonra, eremeden maksatlarına, dünyalarını değişmeleri ve vefatlarından seneler sonra, bu maksadın gerçekleşmiş olması..





şiir seven ah latifeciğim, bu filmi de sevdi.

10 Mart 2013 Pazar

kelebek uyandı mı şimdi?

Doğmak için iki yıl, ölmek için dört bekledim. Rüştü hep erkenciydi. 

Dolambaçsızdı onun yolları. Üşüsen gülüşüne sarınabilirdin sanki, öyle meşakkatsiz... Daha varmadığı menzilleri anlatırdı. Yalan yakışırdı haytaya. Kelimeleri gülüşünde akladı mı, martavallar mümküne çalardı. 

Ben telgraf direklerine tırmanır, göğe dikerdim başımı. O maden ocaklarında, yerin göğsüne yakın. Vaktimiz olduğunda da hayal değiş tokuş ederdik. Olmayan altın dolmakalemine bahse girerdik, şiir üstüne. 

Her şey şiir üstüneydi. Aşk, açlık, verem; şiir üstüne. Yirmi iki yıl şiirden başka neye sığardı ki? 





'Kız şiirden anlıyorsa beni seçer. 
Anlamıyorsa zaten senin olsun.' 



Kelebeğin Rüyası, Zonguldaklı iki şairin hikayesi. Çaresiz hastalıktan ölmenin, aşık olmanın, kaybetmenin, kaybedecek kadar dahi sahip olamamanın hikayesi. Kırılan bir daktilo gövdesinde parçalanmanın, tuşların sesini kaldırmayan kafalara şiir yazmanın, sebepsiz gülebilen adamların hikayesi.

Suzan'a kalsa, Rüştü daha iyi şairdi. Suzan'a kalmadı ama. Kimseye kalmadı. Varlık yan yana yazdı adlarını. Çatıda şarap içip kutladılar, ışıklar sönmeden az önce. Sonra Mediha yolcu. Rüştü odalarda kilitli. Muzaffer yanıbaşı. Rüştü yerin göğsünde boylu boyunca sonra. Muzaffer figan. Dört yılcık daha Muzaffer. Azıcık daha dayan.





kimden sual ettiysem halimi 
güldüler.
anam bile şiir yazdığım için
bakmadı yüzüme.
yalnız bir öğle üstü sofrada
ölüm mukaddermiş dedi
halbuki yaşamak alnımın yazısı.

R.O.



Kelebeğin Ömrü

Zaman zaman olur bu... Öyle bir film izlersiniz ki, sinema sanatı çerçevesinde eleştirilecek bir çok nokta bulabilirsiniz ama içinizden yükselen başka bir ses bu eleştirileri görünmez kılar.
Şiirle çok da ilgisi olmayan ben- gerçi iyi bir şiiri okuduğumda içim titrer ama nedense direnç gösteririm şiirle münasebete- iki garip şairi anlatan bir film çekildiğini duyunca bunu çok önemsememiş ve nasıl olsa gitmem demiştim. Ama film gösterime girince öyle şeyler duydum ki kayıtsız kalamadım daha fazla.
Kelebeğin Rüyası iki garip genç şairi anlatıyordu; Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu... Yirmili yaşların başında kendilerin eriten hastalıkla mücadele ediyorlardı. Aslında onların gücünü tüketen sadece hastalıkları değil, görünmeyen hastalıklardan muzdarip insanlar ve onların getirdiği düzendi. Ama her şeye rağmen şiir vardı onların hayatında. Her şeyi şiire bahane edebilirlerdi. Aşk, acı, parasızlık, ölüm... Bir kelebeğin ömrü gibi kısacık hayatlarından geriye bıraktıkları bir kaç satır cümle oldu.
Film boyunca duyduğum şiirler hala içimde mırıl mırıl dolaşıyorlar. Şiire karşı direncim sarsıldı bir kere. Bu yüzden Kelebeğin Rüyası benim için önemli bir film. Eleştiri mi? Boşverin gitsin...

20 Eylül 2012 Perşembe

les amants du pont neuf


sevgili dudettes,
nerdeyse yıl oldu sizinle beraber film izlemeyi, halbuki ne güzeldi o günler, film izleyip yazdığımız heyecanla birbirimizin yazılarını okuduğumuz.. belki uzun sürmedi ama güzeldi. madem ki özlüyoruz, sizin de özlediğinizi biliyorum evet, neden izlemiyoruz ?

normalde izleyeceğimiz filmi beraber kararlaştırıp aynı anda izliyorduk ama bu filmi izledikten sonra size yazmadan edemedim ahbabiyeler :P iyi bir aşk filmi arıyordum, vyaka henüz bu soruma tristan ve isolde cevabını vermemişti. ben de ekşi sözlüğü açtım ve vazgeçilmez romantik filmler başlığından bu filmi  seçtim.. aşkın tam karşılığı bu diyorlardı tarifleyenler..

bundan sonrasını izledikten sonra okuyun he mi?

böyle aşk mı olur? alex'e,michelle'in sevdiği adamı metroda bulup, tehdit ettiğinde kızdım, michelle'le beraber yaptıkları parayı denize attığında gıcık oldum, michelle bir gece ortadan kaybolup sonra geri geldiğinde ona vurduğu zaman michelle'in yerine korktum, sonra kızceğizin görme ümitlerini baltaladığında ise nefret ettim alex'ten. buna tutku diyor insanlar. ama bana öyle geliyor ki, michelle hadi bir şişe şarabı bölüşelim diyerek alex'i uyutup gittiğinde korkuyordu, gitmesine izin vermezdi alex, delirirdi. sonra filmin sonunda yaptığı gibi, ben gidiyorum alex yoruldum dediğinde michelle'le beraber denize atlaması gösterdi ki, alex onu bırakmayacak.. böyleyken bana bu hiç aşk filmi gibi görünmedi. bence michelle kalırken resmen sindirilmiş, korkutulmuş bir kadın olarak kaldı ki ilk fırsatta gider umarım filmin izlemediğimiz devamında :)

siz ne diyorsunuz dudettes? size ne hissettirdi bu film?  

18 Aralık 2011 Pazar

Zerre

Battal kendisini bu koskoca evrende bir zerre olarak tanımlar. Zerre olarak evrenin bir numunesi olduğu içindir ki adını Kosmos koyar. Alemlerin yaratılışında bulunan aşk sebebiyle aşkı arar... Belki de kovulduğu bir kasabadan kaçarken başka bir kasabaya yolu düşer. Bazen bir kuş gibi ses çıkaran, bazen bir bitki gibi rüzgarla birlikte savrulan Kosmos, bir çocuğun yaşamasına yardım ederek yabancılar konusunda tereddütlü olan kasaba halkı tarafından kabul görür. Alışık olmadığımız bir adam olan Kosmos başta ne kadar kabul görse de, bu durum uzun sürmeyecektir.
Filmin özetinde Kosmos'un bir hırsız olduğu söylenmektedir. Ama ben izleyici insiyatifimi kullanarak bunu kabul etmiyorum. Kosmos ortada başıboş bulduğu kesme şekerlerin kökünü kurutabilir, ama bir dükkana zorla girip de oradan para çalmaz. Bildiğimiz toplum kurallarından bağımsız olsa da kendi ahlak anlayışında gasp yoktur Kosmos'un.
Aşkın insanı ve aslında her canlıyı nasıl değiştirdiğini, içinde var olan enerjiyi açığa çıkardığını bu film bir kez daha göstermektedir. Neptün ve Kosmos'un daha derin bir iletişime geçtikleri sahnelerde iki sevgili kuşlar gibi cıvıldamakta ve birbirleri etrafında dönmektedir adeta.
Son olarak şunu söylemek isterim; bu kasabada insanlar korktuklarından ne kadar sakınırsa sakınsın, kasabaya yabancı bir adam gelmiş, gökten yabancı bir cisim düşmüş, cinayet işlenmiş, hırsızlık yapılmıştır...
Gözleri kapatmak sorunları ortadan kaldırmaz ki...
Not: Filmin harika atmosferi filmi defalarca seyretmek için tek başına bile yeterlidir.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Size sarılmaya geldim.


Çay istemiyorum, aşk istiyorum ben.


Ağır geldi Kosmos bana. Acı geldi. Avucuma bırakılmış kor gibiydi Battal'ın yalnızlığı, taşınmaz geldi. İnsanın en sık arkasına saklandığı sistemlerden biridir inkâr. Yok dersem, yok olur sanır; yok der ve yok gibi yaşarız. Arkadaşlar, aileler, caddeleri dolduran, otobüslerden taşan, kafelerde karşılıklı oturduğumuz insanlara rağmen, insanlar içinde, insanlarla yan yana, yana yana yalnız olduğumuzu unutursak bir an, yalnız değilmişiz gibi olur. Sonra Battal gider, bir kahvedeki bütün küp şekerleri yer. Küp şekerleri yememeyi, kendisinin olmayanı ellememeyi çok küçükken öğrenen insanlar kahvesinde, yalnız kalır Battal'ın şeker yiyişi. Onaylamaz suskunluklar serilir adımladığı köşelere. Gözlerini kapatıp koşan çocuk pervasızlığı Battal'ın, anlamaz ne olup bittiğini. Kimsenin duymadığı müziklerle dans eder, bilinmedik renklere boyar kendini. Kendisi oldukça, garip olur. Gariplik itilmişliktir, ilkokul sıralarında öğreniriz bunu. Ondandır aralara karışma telaşımız. Ait olmak, kendin olmaktan önemlidir çoğu zaman. Battal alimliğini, kendine ait olmaktan öte yol olmadığını bilmekten alır. Sonra bir Neptün doğar göğüne. Sesine ses, nefesine ateş, aşkına can bir Neptün. Kan yürür kelimelere.



-Ah, güzeller güzeli! Yüreğim şimdi bak, parmaklarımdan damlayacak. Şimdi bak, içimin oynaması benden rüzgar çıkaracak. Sen...sen...senin adın var mı?
-Adım Neptün olsun. 
-Senin adın Neptün olsun, benim de Kosmos. Sol elin başımın altında olsun, sağı da beni kucaklasın. 






Battal'ın sevinci gibi sevinç gördüm mü ben hiç? Gülüşünden, dişlerinin tenine düşürdüğü ışıltıdan, parmak uçlarından taşan bir sevinç. Gözlerindeki ışık aydınlatır 7 şehri 4 mevsim, soluksuz. Unutsak bizden beklenenleri, kendimizden beklediklerimizi, beklemeyi topyekun... de... bir bıraksak içimizin ırmaklarını... sanki bizim sesimizden de çağıl çağıl yayılır hayat. 


ben bununla kendimden geçerim.







Not 1: Sermet Yeşil; ne yedirdi, ne içirdi annen sana? Nasıl oldu da bu oldun sen?
Not 2: Karlı bir kışın tadını çıkarmaktan yana nasibi olsun ömrümün.






30 Ekim 2011 Pazar

vrak vrak

şu konuştuğumuz aklı başında dilden başka dilleri seviyorum hep, sinemanın, resmin, müziğin, dansın dilini.metaforların, şiirlerin ve oyunların dilini. bir çocukla ya da bir hayvanla iletişim kurarken kendimi özgür ve rahat hissettiren de bu dil sınırlarından başka bir dile çıkma imkânı. sonra büyüdükçe unutuyoruz belki çocukken konuştuğumuz bu tabii dili. tabii olanı seviyorum, bazen sokak kedilerinin tabiatlarınca yaşayıp gidişlerine özenirken buluyorum kendimi. o yüzden bu film daha en başından çaldı kalbimi, bir nehrin iki kıyısında kuş sesleri çıkararak köprüye doğru koşan kosmos ve venüs'ün sahnesiyle. bir an gelir hiç tanımadığın bir erkeğe usulca sokulup merhaba diyebilirsin belki ama ya hiç tanımadığın bir erkeğin karşısına gecip "vraak" diyebilir misin? diyebilsek keşke.

-güzeller güzeli; yüreğim şimdi bak, parmaklarımdan damlayacak. şimdi bak, içimin oynaması benden ruzgar çıkaracak. sen, sen, senin adın var mı?
+adım, neptün olsun.
-senin adın neptün olsun, benim de kosmos. sol elin başımın altında olsun, sağda beni kucaklasın...

ve bir kapıya gidip "sizi bedenimle ve ruhumla sevmeye geldim" de diyebilsek keşke, battal gibi.

bağırsak kuşlar gibi, kollarımız var sarılsak keşke, kelimelerden başka.
film kelimelerden başka dille konuşmayı anlatmış, hayvan ve insan tabiatının birliğini, iyi ya da kötü olmadan tabiatınca yaşama halini ve başka başka şeyleri, kelimelerden başka bir dille sinema diliyle.. anlattıklarının bazıları benim başımın üstündeki düşünce bulutlarıydı, dolmuş dolmuştu da yağmamıştı, dökülmemişti kelimeye, yağmur olup yere. yeşermemişti bir anlam, kosmos'la bir film yeşermiş ne güzel.

"herkesin başına her şey aynı şekilde geliyor. iyiyle kötünün, cömertle cömert olmayanın başına gelen şey aynı, iyi adam nasılsa suç işleyen de öyle, yemin edenle yeminden korkan aynı birbiri gibi...
hayatta herşeyde bela şu ki, herkesin başına gelen şey aynı, hem de insanoğlunun yüreği kötülükle dolu ve ömürleri devamınca yüreklerinde delilik var ve sonra ölülere katılıyorlar. çünkü bütün yaşayanlarla beraber olan için ümit var, çünkü sağ köpek ölü aslandan iyi, çünkü yaşayanlar biliyorlar ki ölecekler fakat ölüler bir şey bilmez ve artık onlar için bir ödül yok. çünkü onların anılması unutulmuş..."

mesela bu kısımdaki iki ayrı tema, başım üstünde düşünce balonu olur ara ara.. daha geçtiğimiz günlerde geldi kondu mesela tepeme, yazayım dedim o günlerde, tam da insanlar depremzedeler için " taşladıkları askere muhtaç oldular" dedikleri sırada.. sanki taşladıkları için başlarına bu gelmiş gibi hani fuhuş ve içkiden olan adapazarı depremi gibi.. "hak ettiler, layıklarını buldular" dan ötesi var bu duruşta, ben bu hallerden masumum, öyleyse dertten kederden azade yaşayabilirim güvencesi de var sanki... oysa ne iyilik, ne dindarlık, ne vatanseverlik, ne zenginlik koruyamaz insanı acıdan "hayatta herşeyde bela şu ki, herkesin başına gelen şey aynı"...

ve filmdeki sinema dili öyle güçlü ki, başka bir filmde gayet kitabi durabilecek bu diyaloglar metin metin sırıtmıyor filmin içinde..